Bu hafta, gazeteci, yazar ve sinemacı Philippe Labro, nun ‘Yolculuk’ isimli kitabını okudum. Yazarın bizzat yaşadığı olayın anlatıldığı deneme niteliğinde güzel bir kitap. Labro hastalanır, doktorları, dostları, eşi ve çocuklarının tedavi olması için yaptıkları baskı ve tavsiyelere kulak asmaz, nefes alamaz duruma düşünce yoğun bakımına kaldırılır.
Labro, öteki tarafa ‘Yolcu’ olacağı kaygısı ve korkusu içinde, yoğun bakımda geçen günlerini anlatır kitapta. Yoğun bakıma geldiği ilk günlerde; vefat etmiş babası, akraba ve arkadaşlarını görür rüyalarında; onlar, ellerini açarak Labro’yu kendi yanlarına gelmesi için ikna etmeye çalışmaktadır. Labro bu insanlarla geçmiş zamanlarda olan birlikteliklerinin hafızasında bıraktığı izleri anlatır ilk bölümde.
İkinci bölümde; hastane ortamını, doktor ve hastabakıcıların gösterdikleri ilgiyle rağmen onlarla ilgili endişe ve korkularını paylaşır okuyucuyla. Tedavi olacağına kendisi bile inanmadığı halde onların gösterdiği şefkati anlatırken, bir insan olarak onların sorumlu oldukları ailelerini, çektikleri sıkıntıları ve düşlerini süsleyen hayallerini tahmin etmeye çalışır.
Sonra, eşini, çocuklarını arkadaşlarını düşünür. Çocuklar ve eşinin yoğun bakıma alınmadığı halde, kendisini uzaktan görüp göremediğini merak eder. Hasta olmasaydım… diye geçirir içinden. Ya ölürsem diye düşündüğünde... Kendini onların yerine koyarak değerlendirmeye çalışır ve nihayet ‘Hiç kimse kendini diğerinin yerine koyamaz’ diye karar verir.
Üçüncü bölümde boğazı ve diğer yerlerinden tüpler çıkarıldıktan sonra hayata tutunmasını anlatır. Doktor ve hastabakıcılarla sohbet eder. Eşi ve çocuklarının geçen süreçte neler hissettiğini anlamaya çalışır. Yaptıklarını, yapamadıklarını, ertelediklerini düşünür.
Bugünümüzü ve yarınımızı sorgulamamıza vesile olan güzel bir kitap... Öbür taraf, hiç birimize uzak değil. Kimin hangi ameliyle orada izzet ve şerefe nail olacağı, kendinden emin nice insanların iflas içinde zelil olacağını Rabbimiz dışında kimse bilemez. Yargılamak ve ceza kesmek de kullara düşmez zaten.
Erzurumlu Âşık Sümmani’nin dizeleriyle tamamlıyorum.
Elestü bezmin de lebbeyk nidası
Seherlerden gelir bülbül sedası
Herkesin Ahrete var bir hedayesi
Biçare Sümmani saz ile gider.
Okumak; kendimizi anlamaktan başka bir şey değil zaten.
Mesut Ünal