Cumartesi günü (dün) kahvaltıya ekmek almak için evden çıktım. Yeterince vaktim var, Termal’e kadar (Yalova’nın ilçesi) gidecek, kaplıcaların olduğu bölgede bir tur attıktan sonra ilçe merkezine geçecek, fırından ekmek aldıktan sonra minibüsle geri döneceğim.
Hava serin. Güneş, yeni bir güne uyanmanın mahmurluğunu henüz üzerinden atamamış. Sokaklar fazla kalabalık değil. Hafta içi yorgunluğundan olsa gerek şehrin büyük bölümü henüz uykuda. Yolda karşılaştığım telaşlı ve hızlı adımlarla yürüyen insanların yüz ifadelerinden iş ve uğraşlarını tahmin etmeye çalışıyor, gözlerimi yakalayanlara selam veriyorum.
Hızlı bir tempoda, çok önemli bir işi için gecikmiş birisinin edasıyla yürüyorum. Üzerimde günlük kıyafetlerim, siyah montum, yarı spor ayakkabılarım. “Uzun yola çıkmaya hüküm giymiş”* gibi heyecanlıyım. On dört kilometre yolu yürüyeceğim, ekmek alıp döneceğim, niyetim bu.
Pek akıllıca görünmese de kendimle baş başa kalmayı, kendimle konuşmayı, yol boyunca havsalamda düne ait ne varsa onları sil baştan müzakere etmeyi seviyorum. Uzun yol; gitmekle değil arkadaş ve sohbetle biter demişse de büyüklerimiz… Ben de yalnız değilim zaten; yüreğimde yer bulmuş her insan, cevap bulamadığım her soru, çözemediğim her düğüm yanımda, benimle beraber.
Uzun yol yürümek keyif aldığım bir alışkanlık. Erzurum’da iken Yıldızkent Nakış Evlerdeki evimden Ilıca ilçesine kadar yürür, birkaç bardak çay içtikten sonra çermikte yüzerdim. Bir keresinde Dr. Hüseyin Pekmez rastlamış, ağabey arabamla götüreyim diye ısrar etmişti. Osmancıkta ikamet ettiğim süre zarfında da Koyunbaba türbesi ile organize sanayi bölgesi arasında, hemen her hafta sonu (on sekiz km.) yürümeyi adet haline getirmiştim.
Yürümeyi, yüzmeyi, seyahat etmeyi, farklı yer ve kültürleri tanımayı, insanlarla muhatap olmayı seviyorum/ sevilecek ne varsa dünyada/ bende seviyorum her insan gibi.
Yürümek… Mecbur olmadığın istikamette /herkesin bildiği bir yerde hiç kimsenin bilmediği bir sebeple / kimsenin bilmediği bir yerde herkesin bildiği bir sebeple/ yürümek… Belirlediğin hedefe ulaşmak için kendinle ahitleşiyorsun ve kendine verdiğin sözde sabit olduğunun bilinci ve huzuruyla yürüyorsun. Yürümek; inandığını başarmaktır.
Yürümek kendi içimize yaptığımız bir yolculuktur. Kendimizi sığaya çekmektir. Sabrımızı, sebatımızı test etmektir. Bahanelere sığınıp; /yarı yoldan dönmeden/ durmadan/ dinlenmeden/ kendi ayak seslerimizden ürkmeden… Yürümek yeni ufuklara yelken açmaktır. Yol boyunca öyle çok şey düşünürsün ki… 'Yürüdükçe şehrin senden uzaklaştığını fark edersin. Şehrin son evlerini terk ettiğinde, terk edilmenin zehri ürpertir içini. İn cin kalmadığında, yalnızlık ve kimsesizlik sarmalar her yanını. Uzaklardan gelen köpek ulumalarını bir adım ötendeymiş gibi hissedersin. Geri dönsem iyi olacak diye düşünmeye başladığında, artık çok geç olduğunu, geri dönülecek yol ve hedefe aynı uzaklıkta olduğunu fark edersin, geri dönmek sözünden dönmektir bilirsin ve dönmemek üzere yürürsün'
'Ne mal, ne makam, ne mevki, ne de para… Hiçbiri; bir şeye niyetlenmek ve o şeyi başarmak kadar mutluluk vermez/veremez insana' derdi babam. Başarı şerbetini içen her insan bilir bunu.
/gittim /ekmeklerimi aldım/ döndüm / mutlu oldum/
“yakın yerde soluklanacak gölge bana yok / bir hayatı, ısmarlama bir hayatı geride bırakıyorum / mataramdaki suya tuz ekledim, azığım yok / uzun yola gitmeye hüküm giydim./ İsmet Özel (mataramdaki tuzlu su)
Mesut Ünal
3 Mart 2013 / Yalova